Keşke kalemim aksa...
Düğümlenen cümlelerim var yüreğimde,çözemiyorum. Son bir ayda yitip giden evlatlarımızın ardından kanayacak yer kalmadı benliğimde. Sustum... En usta çilingirin bile açamayacağı kadar kilitliyim hayata! “Ah yavrum, nasıl kıydılar sana?” dediğim her an dünün aynısından bedenleri kara giyinmiş haberlerle karşılaşıyorum. Ben karaları bağlıyorum, onları kuşanıyorum yavrular ise beyaz melekler gibi uçuyor, gidiyorlar bu fanilikten, erkenden... Yol almadan, mücadele edemeden, iyi kötü bilemeden, sadece acıyla belki hiç gıkları çıkmadan, çıkmasına izin verilmeden ... Onların hiçbiri bu erken gidişi istemedi biri hariç: Samet ... Benim deyişimle sarı oğlum. Henüz 16’sında... Burdurlu... Annesinin acısını içine gömmüş, kalkmış gelmiş Ankara’ya. Varlığından haberim yok ilk sıralar, bir öğretmen arkadaşım: “ Bu çocukta müthiş bir yetenek var, kazanalım.” dediğinde bir an bile tereddüt etmedim, eder mi hiç, bir öğretmen? Geldi karışma çakmak gözlü sarı oğlum:
- Beni çağırmışsınız hocam....
- Gel bakalım bizim oğlan...
Bizim oğlan sözü hoşuna gitmiş olacak ki dudakları hafifçe kıvrılıverdi.
- Geldim ya işte bizim gız!
Sadece iki cümleydi bizi birbirimize yakın eden. Sonrası ise Ege ağzıyla dolup taşan tatlı sohbetler, sahnede atışmalar...
Acısı var Samet’imin, yakın zamanda annesini kaybetmiş feci bir olay sonucu ama konuyla ilgili tek kelime dökülmüyor ağzından. İyileşecek diyorum içimden, tüm öğretmenleri üzerine titriyor ama bizim oğlan bir görünüp bir kayboluyor bazen. Telefonlara çıkmıyor, çalışma saatlerinde aratıyorum yok, olmadık bir anda çıkıp geliyor karşıma, “ Kızma bizim kız, affettireceğim kendimi.” diyor. Haydi gel de kız şimdi.Okul kapanıyor, eylülde tekrar görüşmek için elimi öpmeye geliyor, tayin istediğimi söylüyorum. “ Oldu mu şimdi bizim gız?” diyor, biraz da nazlanıyor, gönlünü alıyorum, gidiyor... Sonrası... Sonrası derin bir boşluk... Gidiş o gidiş dönmemecesine... İki gün önce intihar haberini alıyorum, yığılıyorum olduğum yere... Bir elim havada kalıyor sanki onu durdurup da “nereye?” dercesine... “Nereye be oğlum, neden bu kadar erken?” derken kendimi suçluyorum, yetişemedim, tutamadım elinden diye yiyip bitiriyorum kendimi...
Ah Samet’im nereye be oğlum? Daha yol almadık ki yavaş yavaş aşacaktık yüreğinin sıkıntısını... Nereye be güzel gözlü çocuğum? Çığlık atmanın kurtuluş olduğunu söylüyorlar bak, bir çığlık atsan koşup gelmez miydik? Bilirsin sana bu soruyu hep ben sorardım. Nerede olduğunu bileyim diye. Şimdi sorumun cevabı yok. Belli ki duyamıyorsun, belli ki gittiğin yer çok uzak! Uzaklardan duy sesimi o naif yüreğin soğumadan. Gülümse orada da güzel gözlerinle günahsız kardeşlerine, biz bu dünyayı mahvettik, sizleri hayatta tutamadık, güzel yarınlar sözü verdik ama sadece söz verdik, tiyatro tadında insanca yaşatmak istedik, beceremedik. Affet oğlum, söyle kardeşlerine; Özge Can da affetsin, Eylül de Leyla da, Yusuf da, Şule de ...Affedin bizi... Affedin...