İnsan, bilerek kötülük yapmaz. Kötü olarak görülen şeyler, kişilerin sadece kendini düşünerek yaptıklarıdır. Bir düşünce, iş ve eylem sadece bir kişinin menfaatine yarıyorsa o eylem o kişi için iyi, onun dışındakiler için kötüdür. Düşünce, iş ve eylem bütüne hitap ediyor bütünün faydasına hizmet ediyorsa o zaman iyidir. Bütünsellik ise bütünden ne anladığımıza göre değişir. İnsan idraki için bütünlüğün en büyük kavranış biçimi evrendir. Evreni somutlaştırıp deneyim alanımıza indirirsek dünya olur. Dünyayı somutlarsak ülkemiz, çevremiz, ailemiz ve şahsımız olarak kavranabilir. Bütünsellikten en yoksun hal egoistlik olup evreni şahsiyetimizle özdeşleştirmektir, en yüksek faziletlere yol açan bütünsellik ise evrensel ölçekte düşünmek ve kavramaktır.
Bir şeyin iyi olması işte kavrayabileceğimiz en uzak bütünselliğe uygunlukla ilişkilidir. Evrensellik sözlemi de buradan çıkar, evrensel olan, evrensel değerlere uyan iyidir. Bunun İslam ilahiyatındaki adı “sünnetullah’tır”. Allah’ın eylemi yapıp ettikleri anlamına gelen bu söz aslında evrensel kural kaidelerin toplamı manasındadır. Bu anlamıyla prensipler, değerler, ilkeler evrensel oldukça, Yüce Yaratıcı’nın sistemine uygun olmakta ve iyi olmaktadır. İşte insanların din adına uydurduğu birçok değerin evrensel değerlerle çelişmesinin sebebi bu bütünsel idrakten yoksun olmak ile ilgilidir.
Konuyu daha da açacak olursak şunlar söylenebilir. Kendisini önceleyen ve bütün içindeki yerini dar kalıplarla düşünen insanlar kabalaşır ve ayırıcı fikir ve düşüncelere saplanır. Kimi soyunu, kimi mezhebini, kimi ülküsünü kimi ise bir düşünce sistemini önceler. Sonuçta evrensellikle bağını hangi seviyede kopardı ise o seviyede kalır ve daha üst bir kavrayışa, evrensel değerlere ulaşamaz. Kaldığı seviyenin muhatap olduğu noktada ayrımcılık yapar ve insanlığı da bulunduğu ölçek içinde değerlendirir. İnsanları kendisinden olan ve olmayan olarak ayırır. Ait olduğunu kutsallaştırır ve her şeyden önemli sayar, bütünün gözünden ait olduğuna bakamaz, dinini kutsallaştırır başka dinlerin hepsinden üstün sayar, bütün ilahi sistem içindeki hâlini değerlendiremez. İdeolojisini kutsar, bütün içindeki o ideolojinin neye hizmet ettiğini değerlendiremez. Sonuçta birbiri ile anlaşamayan hatta anlaşmamak için var olan birçok yapı, inanış ve düşünüş ortaya çıkar. Evren karşısında güçsüz olduğuna inanan insan işte bu güçlü olduğunu sandığı yapılara sırtını dayayarak başka yapılara karşı kendini korumaya alır. Nihayetinde kendi egosunu korumaya çalışan bir savaşın içinde bulur kendini. Savaş ki pür savaş ama ne için savaş diye sorulursa kendi egosunu korumak için sonucu olmayan, anlamsız bir savaş. Sonuçsuz ve anlamsız olmasının sebebi, hiç kimsenin egosunun bütünsellik içinde zerre kadar kıymetinin olmamasıdır. Kazanılan her cephe kaybedilmeye mahkûmdur. “Mezarlıklar vazgeçilmez olduğunu düşünen insanlarla doludur”.
Gerçek iyiliğin peşinde olanlar, evrensel olanın, hak olanın peşinde olanlar ise kendi dışındakilerle değil kendisiyle savaşmayı doğru ve gerekli görür. Kendinin evren içindeki yerini ve aczini idrak edip, iyilikle birleşme ve bütünleşme imkânları arayanlarda bu gerçek iyilik ortaya çıkar. Amasya Gümüşhacıköy’e yakın Merzifon’un Kıreymir köyünden Kul Fakır Ali dervişe rehberi Kul Hüseyin’in söylediği “Asıl pehlivan başkasının sırtını yerine getiren değil, nefsini dize getirendir” sözü bu minvalde söylenmiş bir sözdür.
Arifler, “avcının namluyu kendine doğrultanı makbuldür” der. İnsanın içinde her hal ve olayda kendi eksikliğini arayanı ve kendisini evrensel, mükemmel varlığa layık hâle getirmeye çalışanı makbuldür. Bu arayış ve çaba, kişiyi iyi ve iyiden yapar.
İyilik ve iyiden olma arayışı bir dinden, bir mezhepten bir ideolojiden olma arayışından her zaman daha yoğun ve daha içsel bir yoldur. Erenlerin yolu, gerçek ilim insanlarının yolu, savaşçıların yoludur. İnsanlığa bir değer katmış ve insanlığı bir adım ileri taşımış bütün insanların geçtiği yol iyilik yoludur. Bir dervişi çilehanede gerçeği idrakle meşgul eden yüksek sükûnetin kaynağı iyiliktir. Bir bilim insanının laboratuvarında bir maddenin bileşiklerini çözme gayreti iyiliktendir. Bu sonucu belli olmayan yola sevk eden motivasyonun temel kaynağı, iyilikten aldığımız paydır. Bu sebeple gerçek erenlerin, gerçek bilim insanlarının ve yüksel savaşçıların ahlakta yüksek faziletler göstermesi tesadüfi değildir. Bu insanlar iyiliğe yüzlerini döndükçe yüksek, evrensel erdemlerle donanmaya başlarlar. İlahi prensiplere uygun, hakka uygun, evrensel değerlere uygun iyilik kaynaklarına dönüşürler.