Emek, en yüce değerdir. Çünkü üretime katılan insan emeği, üretimin insanlaşmasını ve kültürü oluşturur. İnsanın doğa ile ve birbiri ile ilişkisi sonucunda ortaya çıkan her şeyin adına kültür denir. Başka bir ifade ile kültür insanın doğaya kattıklarıdır ve katkısı emek ile olur. Emek, bu sebeple kültürün eylemidir ve en yüce değerdir.
Yaşadığımız hayatta, hayatımızı kolaylaştıran ne varsa hepsi insan emeğinin organize olması ile ortaya çıkmıştır. Giydiğimiz giysilerden elimizde bulundurduğumuz cep telefonuna, ektiğimiz tarlamızdaki mahsulden barınmak için oturduğumuz konuta kadar her şey; insanın bu yüce değeri yani emeği sayesinde vardır ve toplumsal hayatın devamı için bu emek üretimi şarttır.
Size emeğinizin karşılığı dışında kazandıklarınız helal değildir, der Kur’an-ı Kerim. Emeği ve emek üretmekle toplumsallaşmayı savunur Kelam-ı Kadim. Çünkü insanın tekâmülü birbirinin ürettikleri ve bu üretilenlerin paylaşılması ile mümkündür. Sevgi bu paylaşımın en üst noktası olan karşılıksız vermek iken, paylaşmak ise insan olmanın doğal sonucudur. Herkes aslında var olurken birbirinin işini yapar. Kimi hasta bakar, kimi besin üretir, kimi ev yapar; işte, bu yapılan işlerin tamamı toplumsal olanı oluşturur, bütünü ise insanlığı.
İnsan ürettikçe, yaşadığı hayata değer kattıkça ve bu ürettiği kattığı değer bütün içinde paylaşıldıkça, bütünü daha da derinden hisseder ve daha nitelikli eserler, daha nitelikli üretimler gerçekleştirir. Zamanla emeğin niteliği kaba olandan ince olana doğru şekil değiştirir. En kaba madde için harcanan emeği üretenle en ince, en ruhsal bilgiyi üretenlerin üretmek anlamında bir değer farkları yoktur. Fakat ürettikleri ürün ve bütüne katkısı anlamında niteliksel bir fark vardır. Bu fark insanın daha da insanlaşması ile incelir, daha estetik bir biçim alır ve niteliksel olarak daha önemli hâle gelir. İncelen bir üretici ise bu değer yükselmesine rağmen hiçbir zaman emeği küçümsemez, emeğe yüce değer olarak üst bir anlam verir.
İnsan üretendir, emek verendir. Topluma kattığı ile toplumsallaşan ve insan kıymeti bilendir. Üretmeyen, bütüne katkı sunmayan, emek vermeyen bencildir, sade kendini düşünür, bütünün farkında değildir ve hem kendine karşı hem de topluma karşı zalimdir. Üretmediği için paylaşmaya da inanmaz, paylaşmayı bilmediği için sevemez. Sevemediği için de ruhu gelişemez. Kuru bir çöl gibidir gönlü, hiçbir serin esinti o mecrada esmez. Her türlü etki bir fırtınaya dönüşür ve hayatla kurduğu her ilişki bir ölüm kalım meselesine dönüşür. Emek vermediği, üretmediği ve toplumla doğrudan sevgi ile bütünleşemediği için köksüzdür, korku içindedir. Kendi dahil hiç kimseye güvenemez; hayat, geçip giden ve yaşarken hazlar alınan bir arenaya dönüşür. İşte, bu insan her geçen gün insanlığından uzaklaşır. Asli değerlerini yok sayar, emek vermek yerine çalmayı, üretmek yerine tüketmeyi, sevmek yerine korkuyu ve gücü tercih eder.
Sevmeyi ve sevilmeyi emek harcamadığı için bilemeyenler; dünyada haz almayı tek gerçek değer olarak görür ve zaman içinde haz veren her şeye yönelir, zor olan her şeyden kaçar. Neyi hak edip etmediğini düşünmez. Hep tüketebileceği şeyleri düşünür, tüketebilmek için yaşar ve tükettikçe kendisi de tükenir. Nasıl ki bir bedenin dengesi, yemek, hareket ve duygu dünyasının dengesi ile sağlanır; insan da üreterek, ihtiyacı kadar tüketerek ve severek dengesini bulur. Sadece tüketenler ve sadece kendi ihtiraslarına odaklananlar, kendi kendilerini süreç içinde yerler. Bir uyuşturucu veya alkol bağımlılığı gibi hiçbir zaman ilk doz yeterli gelmez, tüketmek daha fazla tüketmeyi karşımıza getirir. Daha fazla tükettikçe tüketimde niteliksel yozlaşmalar yaşamak dozun artması için zorunlu olur ve sonunda kendinden başka tüketecek şeyi kalmaz hâle gelir.
Emeğin kıymetsizleşip tüketimin başat olduğu bu yıllar bu sebepten zor ve çetin yıllardır. İnsan olmanın yüce değerlerle rabıta kurularak sağlanmasının unutulması insanlık hafızasının köksüzleşmesi ve tekâmülün yavaşlamasıdır.
Kadim sembollerden biri olan kuyruğunu yiyen yılan sembolü; tam da çağımızın tüketim hastalığını temsil etmektedir. Temelde bencillik olan, bütünü görmezden gelen, emeği küçümseyen, fırsatçılığı önceleyen, sevgiye inanmayıp hazza odaklanan anlayış kendi kendisini bitiren insanlığın kendisidir.
Üretmeyen insanlar, üretmeyen toplumlar kendi kendilerini yemeye ve tüketmeye mahkûmdurlar. Hayat durmaz, öyle veya böyle sizi bir eylem içinde konumlandırır. Fırsat varken akıl edip helal olan emeğe yönelmek; en yüce değer olan emeği, yaşadığımız hayata katarak toplumsallaşmak ve toplumsallaşmanın bir sonucu olarak güven içinde bir yapı oluşturmak çok zor değildir. Yeter ki insan kendisi üzerinde bütünle bağı çerçevesinde düşünsün, çabalamasına rağmen niye mutlu olamadığını bu bütünlük içinde kavrasın ve insan olmak, yüce değerlerle donanmak konusunda ısrarcı ve kararlı olsun. Ne mutlu emek verenlere, ne mutlu emeğin kadrini kıymetini bilenlere, ne mutlu bütüne kattığından daha az tüketerek ruhta daha da büyüyenlere!...