Dr. Çağlar Deniz[1]
İlahiyat okuduğum yıllarda Kevser Suresinin hocalar tarafından anlamı bana çok tuhaf geliyordu. Buna göre Peygamber, soyu kesik olmakla suçlanırken Allah ona Cennette bir ırmak (Kevser) verdiği için üzülmemesi gerektiğini, asıl soyu kesik olanların onun soyunu diline dolayanlar olduğunu ve bu yüzden de Peygamber’in namaz kılıp kurban kesmesi gerekiyordu. Bu tercümede bir sorun vardı, bir kutsal metin birbirinden bu kadar uzak kavramları üç cümlede birleştirmemeliydi…
Alevi yazmaları üzerine çalışmaya başladığım yıllarda buradaki gerçek sorunu anladım. Kevser kavramı, Fatıma Ana’ya delalet ediyordu ve On İki İmamlar’ın bolluk-bereket ırmağıydı bu Kevser… “Rabbin için namaz kıl, kurban kes” diye tercüme edilen kısım ise aslında “Rabbin için salat eyle ve nahr et” şeklindeydi. Hayvan kesmek fiili “z-b-h”, kurbanlık ise “hedy” ve “dahiyye” idi. N-h-r fiili ise sadece “deve kesmek” için kullanılan bir fiil olduğu gibi, Araplar bu fiili “nehara’l-umûr ‘ilmen” deyiminde olduğu gibi “yaptığı şeyi bilim temelinde yapmak/ işleri iyi yapmak” anlamında da kullanılıyorlardı. Salât ise, Sünnî ve Şiîlerin iddiasının aksine “günde beş vakit namaz kılmak” değil, “Dua etmek ve Yaratıcıyı anmak ve ibadet etmek için yapılan toplu ayin” manasına geliyordu. Bunu da Şam’da kaldığım yıllarda Hıristiyan ev sahibimizin, kiliseden geldiği Pazar günü “salâttan geliyorum” dediği gün anlamıştım. Sonra Kur’an’da (Ahzab Sûresi- 56. Ayet), “Allah’ın ve meleklerin Peygamber’e salat eylediğini, müminlerin de Peygamber’e salat eylemeye teşvik edildiği” ayeti okuyunca bu husus zihnimde berraklaştı. Kendimi neden meydan evlerinde katıldığım cemlerde, camide kıldığım namazdan çok daha daha yoğun bir şekilde Allah’a yakın hissettiğimi anladım. Çünkü her Peygamber zaten toplumu tarafından uygulanan salat’ı tadil ederek devam ettirmişti ve benim atalarımın yüzlerce yıldır uyguladığı salatın tadil edilmiş hali cem idi…
Okumalarım esnasında beni en çok şaşırtan hususlardan biri de, Allah’ın ve meleklerinin salat ettiği Peygamber’in cenazesinin üç gün ortada kalmasıydı. Ehlibeyt sahip çıkarak teçhiz ve tedfin işini halletmişlerdi. Bu arada Veda hutbesinde Peygamber’i dinleyen on binlerce sahabi, Peygamber’in ardından kimin yönetici olacağını tartışıyorlardı Benî Sâide’nin sakîfesinde… Oysa Gadîr Hum’da hepsi de ikrar vermişlerdi Ali’nin Peygamber’in vasîsi ve velisi olduğuna…
Peygamber henüz hayattayken Ayşe-Hafsa ittifakı şeklinde vücut bulan Ebubekir-Ömer ittifakı, Ümeyyeoğullarını (Osman-Muaviye vs.) da yanına alarak hilafeti ele geçirmişlerdi. Hazret-i Fatıma ise bu duruma direnerek, bu oldu-bittiye en güçlü şekilde itiraz etmişti ve kocası ile beraber reddetmişlerdi Halife kabul edilen Ebubekir’e biat etmeyi…
Halife Ebubekir, yıllar yılı ikinin ikincisi (Müslim, Fedailü’s-Sahabe:1) olmanın biriktirdiği duygularla, birinci olduğunda bunu dışa vurmanın bir yolu olarak gücünü herkese göstermek istiyordu. Fatıma Ana gelip babasından miras kalan Fedek arazisini istediğinde, aradığı fırsatı bulmuştu. Ebubekir sanki konuyu bilmiyormuş gibi şahit istedi, Peygamber’in kızından O da iki şahit getirdi ama getirdiği şahitlerden biri, babasının dadısı ve sütannesi olan Ümmü Eymen’di ve bu yönden Fatıma Ana’nın ninesi mesabesindeydi.
Diğer şahit ise bir rivayete göre İmam Ali, diğer rivayete göre Peygamber’in azadlısı Rebah (el‐Belazuri, Fütuhuʹl‐Büldan,s. 34. 52 El‐Abbasi, Umdetuʹl Ahbar fi Medinetiʹl Muhtar, s. 336) idi. Fatıma Ana belli ki, kadının şahitliğini erkeğinkine denk görüyordu ama Ebubekir bunu kabul etmedi. Olaylar bazı rivayetlere göre Fatıma Ana’nın hamile olduğu çocuğu İmam Muhsin’in şehadetine ve kendisinin de mazlumen şehit edilmesine kadar gitti…
Alevilerin belleğinde ise Fatıma Ana veya Ana Fatıma adeta bir gibi kaldı. Dört dardan birine verildi Ana Fatıma’nın adı, üç gün tutulan Masum-u Pak orucundan sonra ve Muharrem öncesi tutulan bir günlük oruca Ana Fatma orucu dendi. Cemdeki postun “Ana Fatıma’nın eteği, İmam Hüseyin’in postu” olması dilendi, çünkü “Yol Fatıma’nın, post İmam Hüseyin’in” idi. Mahşer günü, Ana Fatıma’nın rahlesinde görülecekti hesaplar, arşı-kürsüyü sallayarak Ehlibeyti ve onun yasını tutanları dileyecekti Fatıma Ana. Yurt (ziyaret) yerlerinde yanan ateş, Ana Fatıma’nın tüten ocağıydı; gelinlerin belindeki kemer, Ana Fatıma’nın kemeri; Musevilikte ve Hıristiyanlıkta Meryem’in eli olarak bilinen hayır ve bereket tılsımı, Fatma Ana eli olarak anılmaya başlandı Müslümanların dilinde… Fatıma Ana, Zehrâ (Parıl parıl parıldayan), Betûl (İffetli),
Hazret-i Muhammed’i öven na’tlar ve On İki İmamların üstünlüklerini dile getiren Düvaz(deh) İmam’lara karşın Fatıma Ana’nın methedildiği deyişlere daha az rastlamaktayız. Bunlardan bir tanesini orjinali yazma eser danışmanlığını yaptığım “Tunceli Belediyesi Vecihi Timuroğlu Küyüphanesi ve Müzesi Mesut Özcan Koleksiyonu”nda bulunan bir cönkte denk gelmiş olmanın bahtiyarlığı içindeyim. Bu deyiş, cemlerde okunacak şekilde yazılmış olmasına rağmen yazılı olduğu cönkte bulduğumuz ana değin unutulmuştu. Deyiş şu şekildedir:
Yeşil hullesin eğninde
Dergah-ı a’lâ önünde
Âmin söyler dilinde
Bulalım Fatıma Ana’yı
Yeşil sancağı nurdandır
Yarın ol mahşerde sultandır
Okuduğumuz Kurandır
Bulalım Fatıma Ana’yı
Bedir aya benzer yüzü
Anun zikrullah sözü
Sıratdan geçirir bizi
Bulalım Fatıma Ana’yı
Hazret-i Ali’nin yoldaşı
Şah İbrahim’in karındaşı
Eğer erkek, eğer dişi
Bulalım Fatıma Ana’yı
Hasan, Hüseyin yanında
Hullelerden dutar elinde
Ol Arasat meydanında
Bulalım Fatıma Ana’yı
Nurdan tesbih çeker eli
Firdevs bağının bülbülü
Kur’ân-ı Azim okur dili
Bulalım Fatıma Ana’yı
Ol Hazret’in kendi kızı
Hüdâ’ya geçiyor nazı
Atasına götürür bizi
Bulalım Fatıma Ana’yı
Emînî (Ümmetî?) yolunda döner
Müminlere Kevser sunar
Asiler Tamu’da yanar
Bulalım Fatıma Ana’yı
Hüccetin(i) eline alan
Hatunlar(a) şefaat kılan
Müminler(e) yoldaş olan
Bulalım Fatıma Ana’yı
Emînî olarak mahlas olarak okuduğumuz kelime, Ümmetî olarak da okunabilir gibi gözükmektedir. İlk okumada deyişi yazan aşığın mahlası, ikinci okuyuşta ahirette ümmetini talep eden babası Hz. Muhammet ile aynı talepte olduğu anlaşılabilir. Nitekim ilk kez yayımladığımız bu deyişe az çok benzeyen bir başka deyiş, Sivas Belediyesi tarafından yayımlanan “Cennet Kadınlarının Seyyidesi Hz. Fatıma” kitabının Halk Kültüründe Hz. Fatıma: Fadime Ana adlı bölümünde Dr. Müjgan Üçer (1981:200-201) tarafından derlenmiştir. Bu deyişin son kıtası şöyledir: “Yeşil bohçası elinde/ Dönüyor mahşer yerinde/ Ümmet ümmet dilinde/ Bulalım Fadime Anayı/ Görelim Fadime Anayı”. Dr. Üçer derlediği bir şiire daha yer verdiği bu çalışmasında, Kul Himmet’e ait Fatıma Ana konulu üç şiirden de örnek vermektedir. Halk Müziği Araştırmacısı ve yorumcusu Sercan Direk ile Sinan Erkeker dostlarımız ise, ilk defa yayınladığımız bu deyişin literatürde bulunmadığını tasdik ederek, Fatıma Ana’nın zikredildiği iki adet deyişi daha bize gönderme lütfunda bulundular. Görüldüğü üzere bu konudaki literatür çok kısıtlıdır ve bu mecra, araştırmacıların özellikle eğilmesi gereken bir alan gibi gözükmektedir.
Şah İsmail’in hemen ardından, oğlu Şah Tahmasb tarafından Şiileştirme gayretleri hız kazanan İran’da ise Fatma Ana’ya, Alevi inancında verilen ayrıcalıklı yerin bir şekilde günümüze kadar geldiğini Nadir Cavadi tarafından okunan “Zehra Var İdi” şiirinde (https://www.youtube.com/watch?v=QfwzHlB7Qq0&ab_channel=SalimAlakbarov; 25.10.2021) görmek mümkündür. Alevi İnancının bazı yorumlarına göre, Muhammed-Ali’nin yaratıldığı nurun balkıdığı Kudret Kandili olan Fatma Ana’nın bu konumu Cavadi’nin okuduğu şiirde şu şekilde dile getiriliyor: “Zehra, Cenneti Allah verip senün elüve… Göre Allah-ı Müteâl, Zehrâ’yı nece te’rif edir… İki dünyanı yaratdım, yed-i Kudretle özüm… Bir fegad Men var idim, bir de Zehrâ var idi”.
Selam, tarikatten-şeriatten geçip Hakikat’e tabi olanlara…
[1] ADO (Alevi Düşünce Ocağı Derneği) Bilim Kurulu Üyesi.